O’nu Bulacak Mıyı
Giriş: Leslie: Kişisel uyanış umuduyla Tanrı’yı gerçekten aramak büyük emek ister. Peki bu emeğe değer mi? İşte bugün Nancy bu soruyu ele alacak.
Değer mi? Rab’bi aramak için bu bedeli ödersem, O’nu gerçekten bulacak mıyım? Bir şey değişecek mi? O’nu ararsam kişisel bir diriliş yaşayacak mıyım gerçekten? Arayışımın sonunda ödül alacak mıyım?
150 yıl önce, 24 Ocak 1848 tarihinde James Marshall[Ceyms Marşıl] adından bir adam, John Sutter[Con Sadır] için kuzey Kaliforniya’da Sutter’ın [Sadır’ın] Değirmeni denen bir çiftlikte çalışıyorken altını buldu. İlk önce Kaliforniya’da sonra da tüm ülkede bu haber hızla duyuldu. 2 yıl sonra birçok kişi Kaliforniya’ya zengin olmak için akın akın gelmeye başladı.
O sıralar San Francisco [San Fransisko]’nun nüfusunun 2 yıl içinde 800’den 50.000’e fırladığını duydum. İnsanların Kaliforniya’ya gelmesi 9 aya kadar sürebiliyordu. Bazıları yürüyordu. Bazıları trenle geliyordu. Bazıları okyanusu aşıp geliyordu. İşte bu şekilde San Francisco büyük bir liman haline geldi.
Bazı insanlar gelir gelmez büyük kazançlar …
Giriş: Leslie: Kişisel uyanış umuduyla Tanrı’yı gerçekten aramak büyük emek ister. Peki bu emeğe değer mi? İşte bugün Nancy bu soruyu ele alacak.
Değer mi? Rab’bi aramak için bu bedeli ödersem, O’nu gerçekten bulacak mıyım? Bir şey değişecek mi? O’nu ararsam kişisel bir diriliş yaşayacak mıyım gerçekten? Arayışımın sonunda ödül alacak mıyım?
150 yıl önce, 24 Ocak 1848 tarihinde James Marshall[Ceyms Marşıl] adından bir adam, John Sutter[Con Sadır] için kuzey Kaliforniya’da Sutter’ın [Sadır’ın] Değirmeni denen bir çiftlikte çalışıyorken altını buldu. İlk önce Kaliforniya’da sonra da tüm ülkede bu haber hızla duyuldu. 2 yıl sonra birçok kişi Kaliforniya’ya zengin olmak için akın akın gelmeye başladı.
O sıralar San Francisco [San Fransisko]’nun nüfusunun 2 yıl içinde 800’den 50.000’e fırladığını duydum. İnsanların Kaliforniya’ya gelmesi 9 aya kadar sürebiliyordu. Bazıları yürüyordu. Bazıları trenle geliyordu. Bazıları okyanusu aşıp geliyordu. İşte bu şekilde San Francisco büyük bir liman haline geldi.
Bazı insanlar gelir gelmez büyük kazançlar elde etti, ancak bu altın furyasını daha önce duyduysanız, birçok kişinin pek fazla bir şey kazanamadığını biliyorsunuzdur. Aslında böylesine zor bir yolculuktan sonra Kaliforniya’ya vardıklarında, onları çok büyük zorluklar bekliyordu ve başarı için hiçbir garantileri yoktu. Ölüm oranı yüksekti. Bir yerde 1849 yılında Kaliforniya’ya gelen beş madenciden birinin altı ay içinde öldüğünü okumuştum.
Bu yazıyı okuyunca ‘’Bir şeyi tüm yüreğinle aramak, büyük bir istekle aramak işte böyle bir şey.’’ Diye düşündüm. Ancak aynı zamanda bu, bazen bir şeyi büyük bir istekle aradığımızda hayal kırıklığı yaşayıp, aradığımız şeyi bulamayabileceğimiz anlamına da geliyor.
Kutsal Yazılar’da bu konuda ne yazıyor biraz araştırdım. Tüm ayetlere bakacak zamanımız olsa keşke ama şimdilik Rab’bi aradığımızda ne olduğuyla ilgili sadece birkaç ayete bakacağız. Size şunu söyleyerek başlamak istiyorum: arayışınızın sonunda ödül alacaksınız.
1849 yılındaki altın furyası gibi bir şey değil bu. Rab’bi aramak. Tanrı karşılığında ödülümüzü alacağımızı vadediyor. O’nu ararsak bulacağımızı söylüyor. Yasa’nın Tekrarı 4. Bölümde şöyle diyor: ‘’Ama Tanrınız Rab’bi arayacaksınız. Bütün yüreğinizle, bütün canınızla arasanız, O’nu bulacaksınız.’’ (29. Ayet)
Burada bir vaad var. O’nu ararsan, bulacaksın. O’nu tüm yüreğinle ararsan, hayatınızda Tanrı’yı farklı ve yeni bir şekilde deneyimleyeceksiniz.
Kutsal Yazılar’da birkaç kez, örneğin 105. Mezmurda ‘’Sevinsin Rab’be yönelenler!’’ diye yazıyor. (3. Ayet) Rab’be yönelmek bize bir ödül verir, sevinç ve doygunluk.
- Mezmura bir bakalım. ‘’Yoksullar yiyip doyacak, Rab’be yönelenler O’na övgü sunacak.’’ (26. Ayet) Daha fazla sevinç, doygunluk ve özgürlük mü istiyorsunuz hayatınızda? Rab’bi arayın.
Daha sonra Amos 5. Bölümde şöyle diyor: ‘’Bu yüzden Rab İsrail halkına şöyle diyor: Bana yönelin, yaşarsınız… Rab’be yönelin, yaşarsınız. Yoksa Yusuf soyunda bir ateş gibi parlar. Yangını söndürecek kimse çıkmaz.’’ (4. Ayetten 6. Ayete kadar)
Tanrı’nın yargısından uzak durmak mı istiyorsunuz? Rab’bi arayın çünkü Rab’bi aradığımızda yaşam buluruz, sonsuz yaşam. Aynı zamanda sadece Rab’bi aradığımızda deneyimleyebileceğimiz kaliteli bir yaşam.
Başka birçok yerde ve bazen farklı kaynaklarda ve insanlarda hayat arıyoruz. Tanrıysa bize ‘’Beni ara, yaşam bulursun. Beni ara, yaşarsın.’’ Diyor.
- Mezmuru hepiniz biliyorsunuzdur. ‘’Genç aslanlar bile aç ve muhtaç olur; ama Rab’be yönelenlerden hiçbir iyilik esirgenmez.’’ (10.ayet) Rab’bi aradığınızda ihtiyacınız olan her şeye sahip olursunuz. Eğer Rab sizdeyse, ihtiyacınız olan her şeye sahipsiniz demektir.
Ağıtlar 3. Bölümde şöyle yazar: ‘’Rab kendisini bekleyenler, O’nu arayan canlar için iyidir.’’ (25. Ayet) Tanrı’nın iyiliğini deneyimleyeceksiniz.
Bu bölüme çalışırken İncil’deki en sevdiğim ayet karşıma çıktı. 69. Mezmur 32. Ayette şöyle diyor: ‘’Ey Tanrı’ya yönelen sizler, yüreğiniz canlansın.’’ Sizce de Yürekler Canlansın’ın temasına çok uygun bir ayet değil mi? ‘’Ey Tanrı’ya yönelen sizler, yüreğiniz canlansın.’’
Çıkış Leslie: Nancy bize bir süredir uyanış sürecini anlatıyor. Bu süreç zor ama son derece ödüllendirici olabilir. Bir sonraki programımızda “Tanrı Bulunabilir mi? konusunda daha çok konuşmak üzere bizimle beraber olacak.
Giriş: Leslie: Kişisel uyanış umuduyla Tanrı’yı gerçekten aramak büyük emek ister. Peki bu emeğe değer mi? İşte bugün Nancy bu soruyu ele alacak.
Birkaç dakika Tanrı’yı arama sürecinden bahsetmek istiyorum, diriliş sürecinden. Hoşea 10. Bölüm 12. Ayeti çoğunuz bilirsiniz, ama aslında diriliş sürecinden bahseder.
Hoşea 10:12 şöyle diyor: ‘’Doğruluk ekin kendiniz için.’’ E-KİN. ‘’Doğruluk ekin kendiniz için, sevgi meyveleri biçin. Nadasa bıraktığınız toprağı işleyin.’’ Veya dinlenmeye bıraktığınız toprağı. Burada çiftçilik benzetmesi kullanılıyor. Ekme, biçme, çapalama, toprağı sürme, nadasa bırakılmış toprak. ‘’Çünkü Rab’be yönelme zamanıdır, gelip üzerinize doğruluk yağdırıncaya dek.’’
‘’Ne zamana kadar aramamız gerek? Bu hafta mı? Haftaya mı? 12 hafta mı? Günümüzde bu çok uzun bir süre. ‘’Gelip üzerinize doğruluk yağdırıncaya dek’’ diyorsunuz.
Bu çiftçilik benzetmesine bakalım. İlk öncelikle şunu söyleyeyim, şehirde büyüdüğümden dolayı çiftçilik hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Bu yüzden Kansas’ta bir buğday çiftliğinde büyümüş olan çiftçi bir arkadaşımı yakın bir yazmanda aradım. Bu benzetmelerin bazılarının ne anlama geldiğini, bazı kelimelerin ne anlatmak istediğini ve çiftçilik süreciyle ilgili birkaç soru sordum. Belki sizin için bariz olan ama biz diriliş sürecine bakarken çok yardımı dokunacak birkaç şey paylaştı.
Tabiki de hasadı toplamak uzun zaman alıyor. Bir süreç gerek. Sadece toprağa tohum atarsak ertesi sabah kalkıp hasat toplamayı beklemek imkansız. Bunun için de bir süreç gerek. Bir adımı atlayıp beklediğiniz sonucu almayı bekleyemezsiniz. Sürecin ilk kısmı neyden oluşur?
Bu ayette sırasıyla yazmıyor. Sürecin ilk kısmı işlenmemiş toprağınızı çapalamaktır, yani toprağı sürme. Mark bana bu işlemin çiftçiler için ne kadar önemli olduğunu ve bu kısmın tüm süreç içinde en çok zaman alan kısım olduğunu söyledi.
Toprağı sürerken meyveyi, ödülü göremiyorsun ama yapmak zorunda olduğun bir işlem bu. Bu adımı atlayamazsın. Toprağı sürmek nedir? Toprağı tohum için hazırlamaktır, yüreğimizi hazırlamak gibi. İşte bu programın ilk haftalarında da bunu yapacağız.
Toprağı sürme, yüreklerimizdeki toprağı hazırlama. Bu dünyada yaşarken, Rab’den başka herşeyin peşinden gittiğimizde yüreklerimiz öyle katılaşıyor ki yüreklerimizi, yüreklerimizin toprağını Rab’bi aramaya hazırlamak için zamana ihtiyacımız var.
Mark bana bilmediğim bir şey söyledi. Tohum ekilmeden önce toprağı tohum için hazırlamanın iki farklı yolu varmış. Mark bir buğday çiftçisiydi, bu yüzden toprağı yazın sürüyorlar, tohumları sonbaharda ekiyorlardı. Benim yaşadığım yerdeyse mısır ve soya fasulyesi yetişiyor, bu yüzden toprağı ilkbaharda sürmek gerekiyor.
Ne zaman yapılırsa yapılsın, toprağı sürme yani toprağı tersyüz etme bu sürecin ilk parçası. Önünde yere kadar uzanan kocaman bir saban bulunan büyük bir traktör getiriyorlar. Bu tüm işlemin en derin kısmı. Saban yerin yaklaşık 25 cm derinine inmeli.
Tüm toprak çok sıkışıksa bu işlemi gerçekleştirmek çok zor. Mark traktörün toprağı altüst etmek için en derinlere indiğini hissedebildiğinizi söylüyor. En üstteki sertleşmiş toprak yerinden oynuyor, altta bulunan yumuşak toprak en üste çıkıyor.
Mark ‘’Tüm yıl içinde en sevdiğim zaman toprağı sürme zamanı çünkü her yıl yeni bir başlangıç olduğunu, taze toprağı hissedebiliyorsun.’’ Yüreğinizde de taze toprak olsun, Rab’be karşı hassas ve almaya hazır bir yüreğiniz olsun istemez miydiniz? Bunun için toprağı sürmeniz gerek. Mark toprağın derinlerine inmek çok önemli dedi. Eğer çok derine inmeyip sadece toprağın üstünü sürerseniz, en iyi toprağı elde etmeyeceksiniz.
Bazen Tanrı’nın bizi canlandırmasını ama bunu hızlı yapmasını istiyoruz. Hemen yapalım. Sertleşmiş topraktan hemen kurtulalım. Tanrı’nın yüreklerimizin derinlerine inmesini istemiyoruz. Oralarda neler bulur kim bilir? İğrenç!
Yeryüzüne neler çıkabilir? Korkutucu olabilir, toprağın da hisleri olsaydı 25 cm derinine inildiğinde ‘’ Canım acıdı! Neden beni yalnız bırakmıyorsun? Ben çok rahattım tek başına. Bu saban gelip hayatımı altüst edene kadar çok iyiydim.’’ Dediğini hayal edebiliyor musunuz?
Diriliş sürecinde bazı zamanlar ‘’Buna neden başladım ki? Neden olduğu gibi bırakmıyoruz? Neden her şeyi altüst etmek zorundayız ki? Toprağı sürme süreci neden? Canım acıyor!’’ diyebiliriz.
Doğruluğun hasadını toplamak mı istiyorsunuz? Kişisel dirilişin sevincini mi yaşamak istiyorsunuz? Sabanın yüreğinizde çalışmasına izin vermeniz gerek.
Bu işlenmemiş toprağın çapalanmasının daha ilk kısmı. İkinci kısım tırmıklama. İşte burada sabanla sürülmüş toprak yeni bir aletle işleniyor ve tüm topaklar açılıyor. Toprağı düzeltme ve küçük parçalara ayırma işlemi bu. Böylece toprak tohumu almak için hazırlanıyor. Bu işlem sonucunda toprak yumuşuyor, ancak bu işlem de acı verici olabilir.
Küçük topaklar açılıyor, hayatımızda da topaklarımız olabilir. Konuşması zor şeyler olabilir. Canımızı acıtan şeyler olabilir.
Artık taşlaşmaya başlamış ancak kırılması gereken yerler olabilir. Kutsal Ruh yüreğimizde toprağı sürme ve tırmıklama işlemine başladığında, itiraf ediyorum bu çok acıyor. Kendimizi korunmasız hissediyoruz. Tüm bu işlemlerden geçmek isteyip istemediğimizden emin olamıyoruz ama eğer toprağı sürme işlemine direnirsek, doğruluğun hasadını asla toplayamayız.
Bu işlem için sabır gerek. İlk önce toprak sürülecek sonra tohum ekilecek, beklenilecek, toprak işlenecek, kötü otlar uzak tutulacak, yani tüm hasat süreci. Yılın çoğu bu işleme gidiyor. Bazen hiçbir şey olmuyor gibi düşünsek de beklememiz gerek. Rab’bi ararken bazen ‘’Denedim. İşe yaramıyor’’ diyebilirsiniz.
Bekleyin. Toprağı sürme kısmı uzun sürecek ve bazen çok zor olacak. Sizi uyarıyorum, bu normal. Bunu sizi korkutmak istediğim için değil öncesinde sizi neyin beklediğini bilin diye söylüyorum. Tüm sürecin iyi bir kısmı bu. Gerekli bir kısmı.
Önümüzdeki birkaç hafta boyunca hayatınızı Tanrı’ya emanet edebilir misiniz diye sormak istiyorum. ‘’Rab, ne yaptığını bildiğine güveniyorum, Kutsal Ruh’un ne kadar derine inmesi gerektiğini, topakların ne kadar sertleşmiş olduğunu ve yeryüzüne neyin çıkması gerektiğini çok iyi biliyor. Rab, hayatımda neye ihtiyacım varsa onu yapmana izin veriyorum.’’ Deyin.
Sabırlı olun, Rab’bi bekleyin ve O’nun yüreğinizde çalışmasına izin verin. Bunu kendiniz yapamazsınız. Tüm bunları Tanrı’nın yapması gerek. Çiftçi her şeyi doğru yapabilir ama yağmuru ve güneşi gönderin hasadı sağlayan Tanrı’dır. Rab’bi beklemek ve O’nun yüreğinizin toprağını sürüp kendi Sözü’nün tohumunu yüreğinize ekmesine izin vermek olağanüstü bir şey. Doğruluğun hasadını toplayacağınıza dair vaade sahipsiniz.
Rab, sana güvenebildiğimiz için ve Kutsal Ruh’un her birimizin yüreklerinde neye ihtiyacımız olduğunu bildiği için şükrediyoruz. Rab, önümüzdeki haftalarda yüreklerimizin toprağını Seni aramaya hazırla diye dua ediyorum. Yüreklerimizi hassas ve almaya hazır kıl diye dua ediyorum. Sabanın yüreğimizde çalışırken geri adım atmayalım veya Sana direnmeyelim. Saban ne 0kadar derine inmesi gerekiyorsa insin.
Yüreklerimizde üstü örtülmüş yerleri göz önüne çıkar. Bize ne gördüğünü göster. Bizi arındır ve Sözü’nün tohumunu yüreklerimize ek. Rab, hayatlarımızda, evlerimizde, kiliselerimizde, bu ülkede ve tüm dünyada, doğruluğun hasadı toplansın ve sevginin meyvelerini biçilsin. İsa’nın adıyla, amin.
Çıkış Leslie: Nancy bize bir süredir uyanış sürecini anlatıyor. Bu süreç zor ama son derece ödüllendirici olabilir. Bir sonraki programımızda Nancy, “Bu Kemikler Yaşayabilir mi? hakkında konuşacak. Mutlaka dinlemelisiniz!
Giriş: Leslie: Kişisel uyanış umuduyla Tanrı’yı gerçekten aramak büyük emek ister. Peki bu emeğe değer mi? İşte bugün Nancy bu soruyu ele alacak.
Benim dirilişe olan tutkum ben küçük bir kızken geçmişte başkalarının hayatında Tanrı’nın yaptıklarıyla ilgili örnekler okumaya başladığımda başladı. Tanrı’yı arayanların dirilişi nasıl deneyimlediklerini gördüm. Şimdi sizinle bu hafta yeni okuduğum bir hikayeyi sizinle paylaşmak istiyorum. Bu hikayede 1950’lerin başında eskiden Belçika Kongosu denen bir ülkede Tanrı’nın neler yaptığını görüyoruz.
Şimdi size bu hikayeyi okuyacağım. Bakalım Rab’bi arayanların yürekleri gerçekten canlanıyor mu? Bu hikaye, o zamanlar Belçika Kongosu’nda dirilişe şahit olmuş bir misyoner tarafından yazılmış. Olay gerçekleştiğinde 4 yıldır oradaymış ve bu diriliş olayı da 1953’te gerçekleşmiş. Okumaya başlıyorum:
‘’Tanrı diriliş gücüyle geldiğinde, bu tahmin edebileceğiniz her şeyden farklıdır. Bu bir kampanya ya da misyonerlik değil, planlanmış bir şey hiç değil. Diriliş Tanrı kendini alçalttığında gerçekleşir.
Ofisimde misyonerlik hizmetini yönetiyordum, toplamda bizim bölgede 130 kilise vardı. Bu kiliselerin her birinde birçok etkinlik oluyordu. Birçok toplantılar yapılıyor, sağlıkla ilgili işler yürütülüyor ve yüzlerce çocuk misyoner okullarda okuyorlardı.
İnsanlar git gide soğumaya başlamışlardı. Dua toplantısına ve Kutsal Kitap çalışmasına eskisi gibi çok gelen olmuyordu. Lazar gibi olmuştuk, mezardan çıkmış ama elleri ve ayakları hala sargılarla bağlanmış. Bir misyoner çok güzel açıklamıştı bu durumu; ‘’Bizim vitrinimiz çok iyi.’’
Birisi misyonerlere her ay bir gün boyunca dua etmemizi söyledi, birçoğumuz da buna uydu. Sonuç olarak aramızdan birkaç kişinin Tanrı için yüreğinin söndüğünü fark ettik. Kendi aramızdaki ilişkilerde de sorunların olduğunu fark edip aramızı düzelttik. Bizimle birlikte dua etmeye gelen ulusal misyonerlerle ve pastörlerle de aramızı düzelttik, ama bu bir diriliş değildi.
Asıl diriliş benim çalıştığım yerden neredeyse 650 km uzaktaki Lubutu misyoner ofisinde gerçekleşti. Lubutu’da cumartesi akşamı yapılan Kutsal Kitap çalışması ve dua toplantısına katılan kişiler bir süre Elçilerin İşleri kitabını okudular, özellikle de Tanrı’nın ilk kiliselerde nasıl çalıştığını öğreniyorlardı. Ama oradaki misyonerler dua ederken pek özgür hissetmediler ve toplantıyı gerçekleştirmek onlar için çok zordu.
Bir gün pastörlerden biri kendini tutamayıp ağlamaya başladı. Normalde pek karşılaşmadığımız bir olaydı bu. Bize yüreğinde sıkıntıların bulunduğunu söyledi ve o paylaştıktan sonra diğer insanlar da paylaşmaya başladı ta ki tüm oda hıçkırıklarla ve haykırma sesleriyle dolana kadar.
Afrikalılar yüzüstü yere kapanmış ağlıyor, dua ediyorlardı. Misyonerler tekrar sessizlik sağlamaya çalıştılar [Tam da bir misyonerin yapacağı şey, değil mi?] ama yapamadılar. Toplantı sabah ikiye kadar sürdü.
Diriliş Ocak 1953 yılında Lubutu’da başladı. Mayısa kadar yaklaşık 250 kilometre uzaktaki kardeşimin de bulunduğu ofise ulaştı. Temmuza kadar da yaklaşık 420 kilometre daha uzaktaki benim bulunduğum Wamba ofisine ulaştı ve daha da yayılmaya devam etti. Diriliş kilometrelerce orman yangını gibi hızlı ilerledi ve diğer misyonerlerin hepsi bu hikayeden çok etkilenmişti.
Benim kilisemden Lubutu’ya eğitimini tamamlayınca bir misyoner gönderilmişti ve diriliş gerçekleştiğinde o da oradaydı. Geri döndükten sonraki ilk Pazar toplantısında, Mısırdan Çıkış 19. Bölüm 10. Ve 11. Ayeti paylaştı. ‘’Rab Musa’ya ‘Git, bugün ve yarın halkı arındır’ dedi, ‘Giysilerini yıkasınlar. Üçüncü güne hazır olsunlar. Çünkü üçüncü gün bütün halkın önünde ben, Rab Sina Dağı’ndan ineceğim.’’
Çok güzel bir paylaşımdı ama hiçbir şey olmadı. Son ilahiyi söyledik ve bereket duası edildi. Danışmanlık isteyenlerin yerlerinde kalmalarını söyledim. Tüm topluluk dağılmaya başladığında önlerde oturan genç bir öğretmen hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
O sırada genç engelli bir kız bağırmaya başladı; ‘’Ne yapmalıyım? Ne yapmalıyım? Cehenneme gidiyorum!’’
Herkes koşa koşa tekrar kiliseye geldi. Ağlayanlara yardım edip onlara tavsiye veriyorken bir Afrikalı koşturarak içeri girdi, benim için acil bir mesaj getirmişti. Hemen eve, eşimin yanına gitmem gerekiyordu. Eve koşarak gittim, büyük bir kalabalık vardı.
İyi bir Hristiyan olan lider yerde yatıyordu, acı içinde kıvranıyor durmadan ağlıyordu. ‘’Ne yapmalıyım? Ne yapmalıyım?’’ diyordu. Bir süre sonra günahlarını itiraf etti ve büyük bir neşeyle ‘Kalbim artık temiz! Rab’bim İsa Mesih’in ölümü ve kanıyla bağışlanma diliyorum.’’ Dedi.
Bir anda herkes büyük bir neşeyle bağışlanma dilemeye başlamıştı. Kiliseye başka bir toplantı için geri dönmüştük. Ertesi gün birbirimizden af dileme günüydü. Birden bire Tanrı aramıza indi, cennetten biz ziyaretti bu.
Tanrı gücünü gösterecek şekilde çalıştı. 320 kilometre uzaktaki bir misyonere mektup gönderdim, Wamba’da olanları anlatmayı planlıyordum. Ancak mektubu okur okumaz Tanrı’nın gücü onda etkin oldu. Gönderdiğim mektubu kilisesine okudu ve Kutsal Ruh üstlerine indi.
Öncelikle bu diriliş, sadece Tanrı’ya iman edenler arasında gerçekleşen bir dirilişti. İlk iki veya üç ay içinde çok az kişi iman etmişti. Tanrı ilk önce kiliseyi temizliyordu. Yüreklerimiz sorgulanıyordu.
Bazı kişiler yıllarca günahlarını saklamış, en sonunda da bu günahların önemli olmadığını düşünmeye başlamıştı. Tanrı herkesle büyük bir ıstırap içinde ilgileniyordu.
Bir oğlan çocuğu iman etmeden önce bir jilet çalmıştı ve imanlı olmayan market sahibine zararı ödemek istediğini söylemek için gitti. ‘’Yüreğimde artık İsa var,’’ dedi ve jiletin parasını uzattı, ‘’ ben artık farklı bir yol izliyorum.’’
Bunun yanı sıra büyük ve güçlü bir misyoneri, ellerini birbirine kenetlemiş gözyaşları içinde bulduk. Yıldızı parlayan bir misyonerdi. Birçok kilise kurmuş, birçok insanı da İsa’ya getirmişti ama itiraf etmesi gereken büyük bir günahı vardı. Bu günahı kilisenin önünde herkesle paylaşmadan içi rahat etmeyecekti.
Sözleri herkesi derinden etkiledi, herkes yere kapanıp tövbe etti. Bu olay yaşanana kadar zaten tüm şehir Tanrı hakkında konuşmaya başlamıştı. Mahkumiyet bazen çok kötü bir şey olabiliyor ve özellikle direnenler en çok acı çekti.
Bir misyoner üç gün boyunca komadaydı. Başka bir kadın bir günahtan dolayı neredeyse deli olacaktı ama en sonunda günahını itiraf etti. Bazıları için günahı saklamanın ve Tanrı’ya direnmenin bedeli bu.
Hristiyanların hepsi toplantılara gelmeye başladılar, ve bu durum uzun süre böyle devam etti. Artık Kutsal Kitap çalışmasının sabah 6:30’da başlayıp öğleden sonraya kadar devam etmesi çok normaldi. İnsanlar artık fısıldayarak konuşmaya başlamıştı çünkü Tanrı’nın yakınlarında olduğunu hissediyorlardı.
Bir misyoner eve mektup gönderdi ve şöyle yazdı: ‘’Tanrı’nın varlığı bizi sarıp sarmaladı. Bazı toplantılarda Tanrı’nın varlığı o kadar güçlü hissediliyordu ki oturmaya bile cesaret edemiyorsun.’’
Aklıma Eyüp 42:5 geldi ‘’Kulaktan duymaydı bildiklerim senin hakkında, şimdiyse gözlerimle gördüm seni.’’ Uzun süreler insanları Tanrı’nın Sözü’yle boğduk ve bıktırdık. Diriliş geldiğindeyse, bunun önemibi daha iyi görebildik. Yıllar önce misyoner okullarını bırakıp herhangi bir Hristiyan kilisesinden çok uzakta bir bahçede çalışan birisine bile Tanrı ulaştı ve onların aklına ayetler koydu.
Bu diriliş sonrasında gelen yenilik mükemmeldi. Birçok kişi devletten çalmıştı, Hristiyanlar ve sonradan iman edenler sebep oldukları zararı karşılamak istediler. Belçika ofisine o kadar çok başvuru yapılıyordu ki bir gün utanç içindeki bir görevli bana ‘’ Mr. Davies [Mistır Deyvis], bütün bunla uğraşacak zamanım yok. Söyleyin onlara sizin ofisinize gitsinler, bir kamyona doldursunlar siz hepsini bize getirin.’’
Tanrı size yük olmaz. İnsanlar sürekli günahlarının karanlığında kalsalardı O’nunla ilişkide kalamazlardı. İnsanlar hiç etmedikleri kadar dua ettiler. Dirilişte aynı anda birlikte dua etmek sık görülen bir şeydi ama hiç garipsenmezdi.
İnsanlar aynı zamanda misyonerlik hizmetinde yer alma istekleri de vardı. Paganlar bile Hristiyanların köylerine gelip hizmetlerini orada gerçekleştirmelerini istediler. Kilise oradan oraya taşındıkça yüklerce, binlerce insan kurtuldu.
Devam etti mi peki? 18 ay boyunca bir günlük tuttum ve 18. Ayın sonunda Tanrı hala bizimleydi. 30 yıl sonra, kiliselerin liderleri o dirilişte bereketlenen kişiler.
Çıkış Leslie: Nancy bize bir süredir uyanış sürecini anlatıyor. Bu süreç zor ama son derece ödüllendirici olabilir. Bir sonraki programımızda “Tanrı Bulunabilir mi? konusunu bitirmek üzere Nancy yine bizimle beraber olacak.
*Yalnızca podcast sezonunun yayını sırasında sunulan teklifler.